Keloğlan ile Değirmenci Köse


Keloğlan ile Değirmenci Köse Masalı

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal pireler berber iken, küçük bir köyde Keloğlan ile yaşlı anası ve yaşlı babası yaşarmış. Yaşı oldukça ilerlemiş olan babası bir gün yorgan döşek hasta olmuş. Can alıcı da ziyaretine gelmiş ve yaşlı babanın yüreğine seslenmiş. “Hazır mısın babalık? Seni götürmeye geldim” demiş. Ölüm döşeğinde olduğunu anlayan yaşlı baba da karşılık vermiş. “Madem vakit tamam, alırız günahımızı değiştiririz dünyamızı” demiş.

Can alıcının hoşuna gitmiş yaşlı adamın kaderini bu kadar kolayca kabullenmesi. Sormuş; “Var mı son bir dileğin?” diyerek. Yaşlı baba da; “Ufak bir oğlum var, onunla helalleşip, iki çift söz etmek bir son bir öğüt vermek isterim.” demiş. Can alıcı bu isteği kabul etmiş; “Sana oğluna son sözünü söylemek için mühlet veriyorum. Sonra seni alacağım ve gideceğiz.” demiş.

Can alıcı görünmez olmuş, Keloğlanın babası da oğlunu çağırmış. “Oğlum ben öte dünyaya göçüyorum. Bu da benim sana son öğüdüm olsun. Ben öldükten sonra; sakalı köse, boyu kısa, adı Musa olan kişi ile asla alışveriş yapma. Hatta bu kişi değirmenci bile olsa buğdayını onun değirmeninde sakın öğütme demiş.” Bunları söyledikten sonra da gönül ferahlığı içinde can alıcı ile öte dünyaya göç edivermiş.

Gel zaman, git zaman derken bir gün Keloğlanın anası oğlunu çağırmış. “Oğul, ne un kaldı ne de kepek! Eşşeğine bir çuval buğday yükleyip değirmende unu öğütte gel” demiş. Keloğlan da anasını üzmeden hemen eşşeğine buğdayı yükleyip yola çıkmış.

Bir yamacın dibindeki düzlükte kurulu değirmene gelmiş. Kapıdan bir bakmış ki değirmenin başında sakalı köse, boyu kısa bir yaşlı adam oturuyor. O anda babasının öğüdü gelmiş aklına. Değirmenciye sormuş. “Değirmenci amca, senin adın nedir?” Değirmenci şaşırmış ama gene de cevap vermiş. “Benim adım Musa, neden sordun ki ?”demiş. Keloğlan’da yok bir şey merak ettim ondan sordum demiş dönüp arkasını gitmeye yeltenmiş. Değirmenci seslenmiş “Ne o buğdayını öğütmeye gelmedin mi ?” dese de yok “Ben onu satmaya götürüyorum” diye yalan söylemiş ve sürmüş eşeğini diğer değirmene doğru.

Yaşlı değirmenci ise onun bu halinden kuşkulanmış arkasından baktığında diğer değirmene doğru gittiğini görmüş. Kestirme yoldan diğer değirmene gitmiş oturmuş değirmen taşının başına Keloğlanı beklemeye başlamış. Biraz sonra tahmin ettiği gibi Keloğlan değirmenin kapısından içeri girmiş. Yolu da bilmediği için uzun yoldan yorgun argın gelen Keloğlan bir bakmış karşısında gene köse kısa Musa var. Hiç ses etmeden diğer değirmene doğru yola koyulmuş.

Köse değirmenci de bakmış diğer değirmene gidiyor, diğer kestirme yoldan diğer değirmene gitmeye üşenmiş ve Keloğlanın arkasından seslenmiş. “Boşuna yol tepme Keloğlan, burada 3 değirmen var, üçü de benim. İyisi mi ne kendini yor, ne beni yor! Ver buğdayını burada öğütelim, sen de kurtul, bende kurtulayım.” demiş ama keloğlan da hemen cevap vermiş. “Babamın öğütü var, ben buğdayımı senin değirmeninde öğütmem! Kal sağlıcakla” demiş. Dönüp arkasını giderken yaşlı değirmenci arkasından tekrar seslenmiş. “Hele dur, gitme! Gel seninle bir yarışma yapalım. Sen kazanırsan değirmenlerimden istediğin senin olur, ben kazanırsam eşeğini ve yüklü buğday çuvalını alırım” demiş. Keloğlan merak etmiş “Nasıl bir yarışma bu değirmenci Musa amca hele bir söyle bakayım” diye sormuş.

Değirmenci köse Musa muzip bir gülüş atmış; “Yalan söyleme yarışması” demiş. Keloğlan daha da bir meraklanmış. “Bu yalan söyleme yarışması nasıl olacak ?” diye sormuş. Değirmenci Köse cevaplamış. “Hangimiz daha inandırıcı yalan söylerse ödülü o kazanır! Tamam mı ?” diye de sormuş. Bakmış keloğlan bu yarışma tam ona göre, “Tamam, başla öyle ise !” demiş.

Köse değirmenci de başlamış anlatmaya; “Benim babam sağ iken değirmencilik yapmıyor aslında çiftçiydi. Güzleri ekin eker, yazları da harman savururdu. Yılın birinde bizim harman yaptığımız yerde bir karpuz filizlendi. Büyütüp yeriz diye de suyunu verdik, çapasını yaptık. Karpuz da öyle bir büyüdü ki, şu karşı ki dağdan daha büyük oldu. Babam da tek başına kesemeyince baltacı buldu. Baltacı karpuzu kesmeye başladı ama baltası da elinden kaydı, karpuzun içine düştü. Baltacı da ben karpuzun içine girip baltamı bulmaya gidiyorum.” dedi, karpuzun içine girdi. Karpuzun içinde iken bir adamla karşılaşmış. Adama sormuş; “Baltamı kaybettim, gördün mü?” demiş ama karşısındaki kahkahalar ile gülmeye başlamış sonra da cevap vermiş. “Ben burada deve sürümü kaybettim bir haftadır onu arıyorum, halen bulamadım! Sen baltanı şansın varsa en az bir yılda bulursun, o da belki!” demiş.

Baltacı umutsuzluk içinde dışarı çıktı. Babam hem baltayı bulması, hem de karpuzu kesmesi için başka baltacılar getirdi. Yeni baltacılar öyle hızlı işe koyuldular ki tez zamanda karpuzu ikiye ayırdılar. ama karpuzun içinden de bir su çıktı. O su sel oldu ta İstanbul’a kadar ulaştı. Hatta Marmara denizi dedikleri yer önceden ova idi, işte o karpuzdan çıkan suyla doldu da deniz oldu.” demiş ve köse değirmenci Musa yalanını tamamlamış.

Sırası gelen Keloğlan da yalandan öyküsünü anlatmaya başlamış:

“Benim babam da sağ iken arıcılık yapardı. Ama her sabahta kaç arının işe çıktığını bilirdi. Gün batımında kovana dönene arıları da bir bir sayardı. Bu kovanda bizim bir de topal arımız vardı. Günün birinde topal arı kovana dönmedi. Babam da onu merak etmekten tüm gece gözüne uyku girmedi. Sabahı zor etti. Günün ilk ışıklarında da anamı kaldırdı, ondan sivri çuvaldızı istedi. Çuvaldızı dikine dikip üstüne çıktı çevreyi kontrol etti. Dört bir yana baktıktan sonra gördü ki çiftçinin bir tanesi bizim topal arıyı yakalayıp öküzünün yanında çift sürüyormuş. Benden horozun eyerini takmamı istedi. Bende taktım horoza eğeri babam at gibi bindi horoza çiftinin yanına gitti. Gitti ama bizim topal arı gibi o da kayboldu.

Bu sefer de babamı aramak için ben yola düştüm. Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim en sonunda senin babanın karpuzunun suyundan oluşan denizin bir yakasında yaptıkları köprünün başına geldim. Bir bekçi geçmeme engel oldu. Elimi koltuğumun altına soktum ve bir elmas çıkarttım. Elması da bu bekçiye ücret olarak ödedim. Köprüyü geçince karşıma başka biri çıktı bana müjde verdi. “Keloğlan müjde, baban dünyaya geldi” dedi. Düşündüm taşındım inanmadım ama belki de doğru olabilir diye elimi diğer koltuk altıma sokup bir elmas daha çıkarttım. Onu da bu müjde veren kişiye haber hediyesi verdim. Sonra çarşıya geldim. Baktım bir bozacıyı çuvalla darı alırken gördüm. Bozacı benden çuvalı dükkana taşımamı istedi. Bende içimden bu çuval ağır olmalı, araba tutsam ona da para yok diye düşündüm. Elimi koltuk altıma attım bu sever çil bir horoz çıktı. Çuvalı horozun sırtına yükledim dükkana gittik. ama çuvalı indirdiğimde gördüm ki horozun sırtı çuvalın yükünden yara olmuştu. Bende onun yarasına kayısı yaprağı ile kireç sürdüm, horozun yarasını iyi ettim. Gece de bozacının dükkanında kaldım.

Sabahleyin baktım kayısı yaprağı sürdüğüm horozun sırtında sebze bahçesi yetişmiş. Bıçağımla o bahçeden bir kavun kestim. Kavunu soyarken de bıçak elimden kaydı kavunun içine düştü. Bende bıçağımı bulmak için daldım kavunun içine. Bıçağımı ararken önce kendi babamla sonra da senin baban ile karşılaştım. Onları da yanıma aldım. Beraber yola koyulduk. Yolda giderken 3 tencere gördük. Bu tencerelerin bir tanesinin bir yanı çürük idi, diğerinin ortası delikti, ötekinin de dibi yoktu. Bizde karnımız acıkınca önce yanı çürük tencerede kavunu haşladık, delik tencerede pişirdik, dipsiz tencerede de yedik. Karnımız doyunca kavunun içinden çıkıp ülkeye dönmek için hazırlığa başladık. Bir de ne göreyim. Horoza vurduğum eyerin kolonu horozun karnını kesmiş. Yara olan yerine ceviz yağı sürdüm. Ama oradan da kocaman bir ceviz ağacı çıktı. Dökülen yaprakları da koca bir tarla oldu. O yaprak tarlaya ekin ektik, bereketi bol bir ekin çıktı.

Biçme zamanı gelince de tırpanları aldık yaprak tarlalara çıktık. Orada karşımıza yeşil ekinin içinden bir anda bir tilki çıktı ve bizi korkuttu. Babam da tilkiye kızıp ben sana gösteririm diyerek tırpanını savurdu. Tırpanın ipi tilkinin boynuna geçince tilki kaçtı tırpan dolandı, tırpan dolandıkça da tilki kaçtı. Böylece tüm ekinler de kendi kendine biçilmiş oldu. bizde sapları harman ettik, döven ile dövüp, yaba ile savurduk. Elde ettiğimiz buğdayı ölçerken de ölçeğin içinde bir kağıt bulduk. Babam kağıdı eline aldı ama benim gözüm seçmez sen oku hele diye ölçekçi başına verdi. Ölçekçi başıda kağıtta yazanı okudu. “Bu yalan söyleme yarışını Keloğlan kazandı, köse değirmenci Musa kaybetti” dedi ve bizim öykü de böylece bitti.” diyerek de Keloğlan yalanını bitirmiş..

Köse değirmenci Musa keloğlanın anlattıkları sonrasında kahkahalar ile gülmeye başlamış. Ve ona şöyle demiş. “Aslında daha en başta babam çuvaldızı toprağa dikti üzerine çıkıp çevreyi kontrol etti dediğin anda yarışmayı kazanmıştın. ama bakalım ne kadar devam edebileceksin diye ses etmedim. Aslında benim amacım yalan söylemek ya da sana asılsız sözler söyletmek değildi. Ben artık yaşlandım, değirmenlerimi yönetecek zeki birini arıyordum. Sen aradığım adamsın. Hem büyüklerinin sözünden çıkmıyorsun hem de çok akıllısın. Üç değirmenimi de sana bırakıyorum. Onları güzelce işlet, ölene kadar da beni gözet” demiş, değirmenlerini Keloğlan’a hediye etmiş.

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Biri yazanın, diğeri okuyanın olsun. Üçüncü elmada dünyadaki tüm iyi kalpli insanların olsun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir