Parmak Kız


Çok eski zamanların birinde, çocuğu olmasını isteyen bir kadın yaşarmış. Ancak bu kadar istemesine rağmen çocukları olmamış. Çocuk özlemi ile yanıp tutuşan kadın, bir gün ihtiyar bir büyücüye giderek, ona çocuk sahibi olup olamayacağını sormuş.

Yaşlı büyücü, kadının içindeki çocuk sevgisini görünce ona yardım etmeye karar vermiş. “Senin çocuk özlemini gidereceğim. Üzülme.” diyerek üzüntü içindeki kadını teselli etmiş. Büyücü, karanlık odasındaki raflarda duran büyük bir kavanozu almış ve kapağına sihirli sözler söyleyerek kendiliğinden açılmasını sağlamış. Kavanoz çok büyük olmasına rağmen içinde yalnızca bir arpa tanesi varmış. “Al bu arpa tanesini.” diyerek uzatmış kadına. “Bu taneyi köylüler tarlalarına ekmezler, tavuklar da yemezler. Taneyi evinde bir saksıya ek ve sabırla bekle. Ne olacağını göreceksin.” demiş.

Kadın, büyücünün bu yardımı için çok teşekkür edip, ona biraz para vermiş. Oradan ayrılıp heyecanla evinin yolunu tutmuş. Evin en güzel köşesine bir saksı hazırlamış ve arpa tanesini ekmiş, sulamış. Sabırla beklemeye başlamış. Birkaç gün sonra saksıda büyük bir lale çiçek açmış. Şimdiye kadar görmediği güzellikteki bu lalenin taç yaprakları bir türlü açılmıyor, henüz olgunlaşmamış gibi sımsıkı kapalı duruyormuş.

Kadın laleyi o kadar çok sevmiş ki onu öpüp kokluyormuş. “Ne kadar güzel bir çiçek.” diye geçirmiş içinden. Tam bu sırada lalenin yaprakları açılıvermiş. Açılan yaprakların bir köşesinde, parmak boyunda, dünyalar tatlısı bir çocuk oturuyormuş. Kadın mutluluk ve sevinç içinde gülümsemiş. “Ona bir isim vermeliyim hemen.” diyerek adını “Parmak Kız” koymuş. Kadın, yıllar sonra gelen bu parmak kadar kız çocuğunu yere göğe sığdıramıyor, beşiğini cilalı ceviz kabuklarından, yatağını menekşelerin en güzel yapraklarından, yorganını ise yedi veren gül yapraklarından hazırlamış.

Parmak Kız, lalenin içinde geçirdiği günlerden sonra, yeni hayatına çabucak alışmış. Geceleri, kendisi için hazırlanan yatakta uyuyor, gündüzleri masanın üzerinde oynuyormuş. Parmak Kız,o kadar içten ve o kadar güzel şarkı söylüyormuş ki, bugüne kadar böyle bir ses ne duyulmuş ne de görülmüş.

Bir gece, pencerenin kırık köşesinden içeriye çirkin bir kurbağa girmiş. Parmak Kız’ı görünce “Ne kadar da güzel bir kız böyle, prens oğluma çok güzel bir eş olur” demiş. Parmak Kız’ın cilalı ceviz kabuğundan yapılmış beşiğini kaptığı gibi, geldiği kırık pencere köşesinden kendini bahçeye atıvermiş.

Bahçe duvarının hemen yanında, geniş bir dere akıyormuş. Çirkin kurbağa ve ailesi bu derenin kenarındaki bataklıkta yaşamaktaymış. Patlak gözlü kurbağanın kendisi gibi çirkin oğlu, Parmak Kız’ı görünce “Vırak vırak” diye bağırmış.

Baba kurbağa, çirkin oğlunu uyarmış. Bağırmamasını istemiş. Eğer Parmak Kız’ı uyandırırsa onun korkudan uçup gidebileceğini tembihlemiş. Baba kurbağa ve çirkin oğlu, Parmak Kız’a kalabileceği bir yer hazırlamaya karar vermişler sonunda. Akıllarına çok güzel bir fikir gelmiş. Derenin sığ sularında yetişen nilüfer çiçeklerinin büyük yeşil yapraklarından birini, kendi bataklıklarına getirerek Parmak Kız’ın ceviz kabuğundan yapılmış yatağını onun üzerine koyacaklarmış. Böylece nilüfer çiçeğinin geniş, yeşil yaprağı bir adacık oluşturacağı için Parmak Kız buradan asla kaçamayacak imiş.

Kurbağalar, Parmak Kız’ı yeşil nilüfer yaprağının üzerine bırakmışlar. Sabahın ilk ışıkları Parmak Kız’ın yatağına ulaşınca, onu uyandırmış. Uyanınca nerede olduğunu anlamakta güçlük çeken Parmak Kız, yaprağın oluşturduğu adanın farkına varmış. Yaprağın üzerinden ayrılmaya çalışırsa suya düşeceğini anlayınca ağlamaya başlamış.

Anne kurbağa, bu sırada bataklığın dibindeki yuvalarının en güzel odasında temizlik yapıyor, bu odayı oğlu ve Parmak Kız’ın yatak odası olarak hazırlıyormuş. Kurbağalar hazırladıkları odanın tam da istedikleri gibi, güzel gelinlerine layık bir oda olduğuna karar verince, Parmak Kız’ın yanına gelmişler.

Baba Kurbağa, nilüfer yaprağının yanına gelince suya bir kez dalıp çıkmış. “Güzel kız, işte senin kocan olacak prens oğlum da bu. Bataklığın dibinde sizin için eşsiz güzellikte bir yuva hazırlıyoruz. ” diyerek, ceviz kabuğundan yapılmış yatağını alıp bataklığın dibindeki yuvalarına taşımaya başlamışlar. Parmak Kız, bu çirkin kurbağanın kendisine eş olacağını ve bir ömür, bu bataklıkta onunla birlikte yaşayacağını düşündükçe, gözündeki yaşlar sel olup akmaya başlamış. Bu duruma tanıklık eden deredeki kırmızı balıklar, Parmak Kız’ı o kadar çok sevmişler ve haline o kadar çok üzülmüşler ki kızı çirkin kurbağa ailesinden kurtarmaya karar vermişler. Nilüfer yaprağının etrafında yüzerek yaprağı hareket ettirmeyi başarmışlar. Yaprak hareket edip akıntıyla kurbağaların ulaşamayacağı kadar uzaklaşmış. Akıntıyla birlikte yol alan Parmak Kız, kendi ülkesinin sınırlarından çıkıp, çok uzak diyarlara doğru yol almış. Bu yolculuğu sırasında ona, beyaz bir kelebek arkadaşlık etmiş. Beyaz kelebek ile arkadaş olan Parmak Kız, artık kurbağaların kendisine ulaşamayacaklarını anlayınca çok mutlu olmuş. Etrafındaki güzellikleri seyreden Parmak Kız, çok güzel bir ülkeye doğru yol aldığını anlamış. Belindeki kemeri çıkarıp bir ucunu arkadaşı kelebeğin ayaklarına, diğer ucunu da yaprağa bağlamış. Kelebeğin kanat çırpışları ile yaprak daha da hızlanarak yol almaya başlamış.

Bu sırada oradan geçmekte olan büyükçe bir mayıs böceği, Parmak Kız’ı görünce merakına yenilmiş ve hemen ayakları ile onu sararak, uçup bir ağacın dalına konmuş. Parmak Kız, büyük bir korkuya ve pişmanlığa kapılmış. Çünkü belindeki kemerini beyaz kelebeğe bağladığını hatırlamış. Zavallı arkadaşı beyaz kelebek, yapraktan kendisini kurtaramayacak ve belki de Parmak Kız yüzünden açlıktan ölecek ya da suda boğulacakmış. Bu düşünceler yüzünden Parmak Kız ağlamaya başlamış. Bunu gören mayıs böceği, Parmak Kız’ın karnını ağacın çiçeklerindeki sularla doyurmuş. “Artık kendi yoluna gidebilirsin” demiş.

Mayıs böceğinin ağacında yaşayan diğer mayıs böcekleri, kendilerine benzemeyen Parmak Kız’ı görmek için misafirliğe gelmişler. Parmak Kız’ı küçümseyen bakışlarla süzen ağaç sakinleri, onun küçüklüğüne ve kendileri gibi olmadığını söyleyen laflar ederek ona gülmüşler. Mayıs böcekleri onu, bir papatya tarlasına getirip bırakmışlar, kendi yoluna gitmesi gerektiğini tembihlemişler. Parmak Kız, hem yalnızlığına hem de mayıs böceklerinin onu küçümsemelerine çok üzülmüş ve uzun bir süre ağlamış.

O yaz, papatya tarlasında tek başına yaşayan Parmak Kız, açlığını ve susuzluğunu papatyaların öz sularıyla gidermeyi başarmış. Yaz ve sonbahar mevsimleri de böyle geçmiş. Havalar soğumaya başlamış. Kış artık yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlayınca, Parmak Kız, üzerindeki eskiyen elbiseleri nedeniyle soğuktan üşüyormuş. Sonunda lapa lapa kar yağmaya başlamış. Parmak Kız, üşümemek için etraftaki, sonbahardan kalma kuru yapraklara sarılmış sarılmasına ama bir türlü ısınamıyor, tir tir titriyormuş.

Yakınlarda, yeni sürülmüş bir tarla varmış. Tarlanın üzeri samanla örtülü olduğu için Parmak Kız, bu tarlaya giderek kendine kalacak sıcak bir yuva aramaya karar vermiş. Kendisinin ne kadar küçük olduğunu düşünürsek, onun papatya tarlasından samanla kaplı tarlaya geçmesi çok zor ve tüm gücünü harcamasını gerektiriyormuş. Parmak Kız, neredeyse ormanı bir baştan bir başa kat edip sonunda samanla kaplı tarlada bir fare yuvası bulabilmiş.

Tarla faresi, samanların altında sıcacık bir yuva inşa etmiş kendine. Rahatına diyecek yokmuş. Tüm kışı rahatça geçirebileceği kadar da yiyecek depo etmiş. Açlıktan ve soğuktan neredeyse donmak üzere olan Parmak Kız, farenin kapısını çalmış ve ondan bir arpa tanesi rica etmiş.

Anne tarla faresi, çok iyi yürekli imiş. Parmak Kız’ın aslında bir dilenci olmadığını bir bakışta anlamış. Onu, sıcak evine davet etmiş. Anne tarla faresi, dilerse, ona her gün bir masal anlatması şartı ile tüm kışı burada geçirebileceğini söylemiş. Bu teklifi büyük bir sevinçle karşılamış Parmak Kız.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra, tarla faresi “Bugün evimize bir konuk gelecek. Komşumuz bize haftada bir kez adet üzeri gelir, onun hali vakti yerindedir. Evi çok mu çok büyük, üstelik salonu mobilyalarla doludur.” diye eklemiş. Tarla faresi, Parmak Kız’ın onun yanında çok rahat bir yaşam süreceğine inanıyormuş.

Sonunda beklenen misafirleri, kadife kürkü ile görünmüş. Konukları, köstebekten başkası değilmiş ve burnunun ucunu bile göremiyormuş. Böyle birinin yanında yaşamaya pek yanaşmak istememiş.

Köstebek, kazarak geldiği tarla faresinin evinde Parmak Kız’ın söylediği bir şarkıdan çok etkilenmiş. Anne tarla faresini ve Parmak Kız’ı kazdığı delikten geçerek kendi evine bir gezintiye davet etmiş. “Ancak” demiş köstebek, “Yolda, ölü bir kuş var. ” Ondan etkilenmemeleri şartıyla evlerine kısa bir gezi yapabileceklerini söylemiş.

Anne tarla faresi ve Parmak Kız, köstebeğin peşinden yürüyerek kısa bir gezinti yapmışlar. Parmak Kız, yol üzerinde gördüğü kuşun bir kırlangıç olduğunu ve soğuktan neredeyse donmak üzere olduğunu görünce çok üzülmüş. Eve döndüklerinde tüm gece çalışarak samandan bir hasır örmüş. Köstebeğin geçidinden ilerleyerek kırlangıcı bulmuş ve hasır örtüyü kuşun üzerine örtmüş. Tekrar evine dönmüş.

Ertesi gün, yeniden kırlangıca ziyarete giden Parmak Kız, onun hayatta olduğunu görünce çok mutlu olmuş. Ancak kırlangıç, çok bitkin bir durumda imiş. Gözlerini zorlukla aralayan kırlangıç, Parmak Kız’a teşekkür etmiş. “Beni o kadar güzel ısıttın ki yakında hiçbir şeyim kalmayacak” demiş ve tekrar gözlerini kapatmış. Parmak Kız, hemen eve dönüp çiçek yapraklarıyla biraz su getirip kırlangıcın içmesini sağlamış. Kendine gelen kırlangıç, uzak diyarlara doğru yaptığı yolculuk sırasında kanadının bir çalıya takıldığını ve buraya düştüğünü anlatmış. Zavallı kırlangıç tüm kışı burada geçirmiş. Parmak Kız, tüm kış hasta kırlangıca tarla faresinden ve köstebekten gizli olarak yardım etmiş.

Sonunda bahar, tüm güzelliği ile gelmiş. Etraf yem yeşil renge bin bir renkli çiçeğe ev sahipliği yapıyormuş. Köstebek de niyetini gizlememiş ve Parmak Kız ile evlenmek istediğini söylemiş. Anne tarla faresi bu duruma çok sevinmiş. Hemen düğün hazırlıklarına başlamış. Başlamış başlamasına ama Parmak Kız, köstebek ile evlenmek istemiyormuş. Çaresiz kaldığı bir anda tarla faresinin evinin dışına çıkmış ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış. Tam bu sırada başının üzerinden geçen büyük bir gölge ile irkilmiş. Kırlangıç artık iyileşmiş ve Parmak Kız’ın ağladığını görünce hemen yanına konmuş. Ona teşekkür etmiş.

Olanları kırlangıca anlatan Parmak Kız’a kırlangıç, kendisi ile birlikte sıcak ülkelere göç edebileceğini söylemiş. Parmak Kız, bu teklifi kabul edip, kendini kırlangıcın kanatlarına bağlamış. Uzun bir yolculuğun ardından, güneşin daha parlak, çiçeklerin daha renkli, her yerin yeşilliklerle dolu olduğu bir ülkeye gelmişler. Kırlangıç, “Artık benim evime geldik.” Seni evimde değilse bile buradaki çok güzel çiçeklerin üzerinde konuk edeceğini söylemiş. Bu duruma çok sevinen Parmak Kız’ı büyük bir çiçeğin üzerine bırakan kırlangıç oradan uzaklaşmış.

Çiçeğin üzerinde olmaktan mutluluk duyan Parmak Kız, çiçeğin üzerinde yalnız olmadığını anlamış. Çiçeğin üzerinde kendi boylarında cam gibi pırıl pırıl, bembeyaz bir adam oturuyormuş. Omuzlarında küçük parlak kanatları ve başında ise altın bir taç bulunan bu adam, o çiçeğin perisi imiş. Yaşadığı bu çiçeğin üzerinden tüm halkını yöneten bir kral olan peri, Parmak Kız’ı görünce “Ne kadar da güzel bir kız bu böyle” diye düşünmüş.

Eğer o da kabul ederse, burada kendisi ile birlikte yaşamaya ve halkının kraliçesi olmasını istemiş. Karşısına çıkan bu perinin ne çirkin kurbağaya ne de kadife kürklü köstebeğe benzediğini düşünüp, bu teklifi kabul etmiş. Kral, onun adının Parmak Kız değil, artık Maria olmasına karar vermiş. Tüm bu olanlara en az Parmak Kız kadar mutlu olan kırlangıç, hepsine veda ederek, yoluna devam etmiş ve bu masalı yazan yazarın evinin üstündeki yuvasına yerleşmiş. Yazara Parmak Kız ve serüvenini anlatmış ve yazar da tüm çocuklar okusun diye Parmak Kız Masalını kaleme almış.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir