Keloğlan ile Vefasız Arkadaşı
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken, uzak diyarlardan birinde Keloğlan adında bir genç yaşarmış. Keloğlan, saf mı saf, temiz kalpli bir delikanlıymış. Annesiyle küçük bir kulübede yaşar, fakir ama onurlu bir hayat sürermiş. Onun bir de çocukluk arkadaşı varmış: Rıdvan. Rıdvan ise Keloğlan’dan çok farklıymış. Hırslı, kıskanç ve bencil biriymiş. Ama Keloğlan bu kötü huylarını bilmez, Rıdvan’ı kardeşi gibi severmiş.
Keloğlan ve Rıdvan birlikte büyümüşler. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş. Ancak fakirlik, Keloğlan’ın canına tak etmiş. Bir gün annesinin yanına gitmiş ve “Ana, artık bu fakir hayata dayanacak gücüm kalmadı. Gurbete çıkıp şansımı denemek istiyorum,” demiş. Annesi önce bu fikre karşı çıksa da sonunda Keloğlan’a izin vermiş. Fakat ona sıkı sıkı tembihlemiş: “Oğlum, arkadaşın Rıdvan’a dikkat et. Herkesi kendin gibi iyi niyetli sanma. Dünyada çok hain insan var. Dikkatli ol!”
Keloğlan, annesinin avucuna sıkıştırdığı birkaç kuruşu cebine koymuş ve Rıdvan ile yola koyulmuş. İki dost, gurbete doğru yol alırken neşe içinde türküler söylermiş. Yolculukları boyunca dağlar, tepeler, dereler aşmışlar. Birkaç gün sonra yolları bir kasabaya düşmüş. Karnı zil çalan Rıdvan, Keloğlan’a dönerek, “Kardeşim, cebimde tek bir kuruş kalmadı. Açlıktan ölmek üzereyim. Hadi bir fırından ekmek al da karnımızı doyuralım,” demiş. Saf yürekli Keloğlan, arkadaşını kıramamış ve cebindeki parasını çıkarıp ekmekle helva almış.
Yemeklerini yedikten sonra yola devam etmişler. Ancak Rıdvan’ın cebinde aslında hâlâ parası varmış, bunu Keloğlan’a söylememiş. Zamanla Keloğlan’ın parası bitmiş ve arkadaşına dönüp, “Ne yapacağız Rıdvan? Artık benim de param kalmadı,” demiş. Rıdvan ise hâlâ parasız olduğunu söyleyerek Keloğlan’ı kandırmaya devam etmiş. Açlıktan bitap düşmüşler ve bir tepenin yamacında bayılıp kalmışlar. Bir süre sonra ayılıp yola koyulmuşlar ama açlık onları iyice zayıf düşürmüş.
Yolları büyük bir ormana düşmüş. Tam bu sırada etraflarını eşkıyalar sarmış. Eşkıyaların başı pos bıyıklı, iri yarı bir adammış. Keloğlan ve Rıdvan’ın üzerlerini aramaya başlamışlar. Keloğlan dürüstçe, “Param yok,” demiş. Eşkıyalar onun üstünü aramış ama gerçekten de bir şey bulamamışlar. Rıdvan ise, “Bende de para yok,” diyerek yalan söylemiş. Ancak eşkıyalar onu da aramış ve gömleğinin cebinde bir tomar para bulmuşlar. Bu duruma çok sinirlenen eşkıyalar, Rıdvan’ı bir güzel dövmüşler ve kovmuşlar.
Eşkıyaların başı Keloğlan’a dönüp, “Sen dürüst bir adamsın. Biz doğruluğu severiz. Bak şu tepeyi görüyor musun? O tepenin ardında bir mağara var. Orada büyük bir taş göreceksin. O taşı kaz, altın dolu bir testi bulacaksın,” demiş. Keloğlan teşekkür ederek hemen yola koyulmuş. Mağaraya vardığında söylenen taşı bulmuş ve altını kazmış. Gerçekten de bir testi dolusu altın bulmuş. Sevinç içinde türküler söyleyerek köyüne dönmüş.
Keloğlan köye döndüğünde, altınları annesinin önüne dökmüş. Annesi sevinçten bayılmış. Zamanla Keloğlan köyde büyük bir konak yaptırmış ve köyün fakirlerine yardım etmiş. Köydeki çocuklar için okul, hastalar için şifa yurdu inşa ettirmiş. Herkes Keloğlan’a minnettar kalmış.
Bu sırada Rıdvan, gurbette perişan bir halde dolaşmış. Bir türlü dikiş tutturamamış ve köyüne dönmek zorunda kalmış. Köye geldiğinde, Keloğlan’ın konağını ve şenlikleri görmüş. Keloğlan’ın fakirlikten zenginliğe kavuştuğunu öğrenince kıskançlık damarları kabarmış. Onu çekememiş ve kötülük yapmayı planlamış. Bir gün Keloğlan’ın hanımı Gülyüz, köydeki yetimhaneyi ziyaret ederken Rıdvan gizlice onun yoluna sabun koymuş. Gülyüz düşmüş ve ayağını kırmış.
Bu olaydan sonra Keloğlan, hanımına yapılan kötülüğün sorumlusunu bulmak istemiş. Rıdvan’ın konağın misafirhanesinde kaldığını öğrenmiş ve onu sorgulamış. Rıdvan, kendini tanıtmamak için yalanlar söylemiş ama diğer misafirlerden biri gerçeği ortaya çıkarmış. Keloğlan, Rıdvan’ın bu ihanetine çok üzülmüş ve onu köyden kovmuş.
Rıdvan, köyden ayrıldıktan sonra bir daha ondan haber alınamamış. Keloğlan ise dürüstlüğünün ve iyiliğinin karşılığını alarak mutlu bir hayat sürmüş. Gülyüz iyileşmiş, Keloğlan ve ailesi huzur içinde yaşamış. Onların hikâyesi dilden dile anlatılmış.
Gökten üç elma düşmüş: Biri anlatanın, biri dinleyenin, biri de doğruluk ve iyilik peşinde koşan herkesin başına…