Bilge Dede ve Mucize Kız Masalı
Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berberlik yaparmış. Sen ninenin beşiğini tıngır mıngır sallarken sizi gören melekler gıpta ile bakarmış…
Ülkelerin birinde bilge bir insan yaşarmış. Varlığından haberdar olan herkesin fikirlerine saygı gösterdiği, hayatın devamı için tavsiyeler istediği, karşılaştıkları olayları yorumlatıp gelecekle ilgili görüşlerini aldıkları bu bilge adamın tatlı mı tatlı bir dili, herkesi kendine hayran bırakan hoş sohbeti, kimseyi kırmayan sımsıcak bir yüreği varmış.
Bilge Dede, yüce bir dağın yamacında, bahçe içinde, bizzat kendisinin yaptığı söylenen bir evde yaşarmış. Bahçesinin içinden akan şirin bir dere, dere kenarında gelincikler, karanfiller, kır çiçekleri, güller renk harmanı gibi karşılarmış geleni. Güllere konan kuşlar, bülbüller, derenin şırıltısı Bilge Dede’ye gelen konukları, hemen büyülermiş zaten.
Bilge Dede’nin evinde gelen konuklara meleklerin hizmet ettiği, yemek yaptığı, ortalığı temizlediği anlatılırmış o ülkede. Her gelen konuk, istediği kadar kalabilir ve her istediğini sorabilirmiş Bilge Dede’ye…
Bilge Dede’nin en önemli özelliği, hiç kimseye hiçbir soru sormamasıymış. Zaten kapısının üstünde de şu cümle yazılı imiş:
“Burada herkesin sorusuna cevap verilir, hiç kimseye hiçbir soru sorulmaz…”
Bilge Dede’nin inanılmaz bir huyu da kimseden hiçbir şey kabul etmemesi, istememesi ve beklememesi imiş… Kaynağını kimsenin bilmediği ve herkesin hayran olduğu bir paylaşımcıymış Bilge Dede… Her gelen konuğuna bir şeyler ikram eder, sofrası hep açık olur, özellikle çocukları çok sevindirirmiş…
Bilge Dede çok okurmuş. Geçmişte çok gezdiği de söylenirmiş çevrede. “Görmediği yer yok!” diye herkes birbirine anlatırmış hep. Nasihatlerinden faydalanan insan sayısı öyle çokmuş ki Bilge Dede’nin, ünü bütün ülkede hatta civar ülkelerde de duyulmuş.
Yaşlı, genç, kadın, erkek, fakir, zengin herkes, başı sıkıştığında Bilge Dede’ye koşarmış. O da herkesi büyük bir sabırla dinler, biraz düşünür, sonra da fikirlerini söylermiş. Sesi öylesine yumuşakmış ve öylesine işlermiş ki insanın içine, sanki herkes karşısında erirmiş Bilge Dede’nin.
İnsanın gözlerinin içine bakarmış konuşurken. Kapkara gözlerinin içine alırmış karşısındaki insanı âdeta. Gözlerinde eritirmiş baktıklarını. Sonra yine o gözleri ile tebessüm eder ve yine o gözleri ile konuşurmuş…
Konuklarına yaşanmış öyküler anlatırmış Bilge Dede, örnekler verirmiş yaşanmışlıklardan.
Gel zaman, git zaman günün birinde uzak ülkelerin birinden bir genç kız çıkagelmiş Bilge Dede’ye. Güzel mi güzel, tatlı mı tatlı bir kızmış. Başak sarısı saçları varmış, bal gibi gözleri.
Bilge Dede’nin bu tatlı konuğu, birkaç gün kalmasına rağmen bir türlü anlatamamış anlatmak istediklerini ve soramamış Bilge Dede’ye soracaklarını.
Bilge Dede ise hiçbir konuğuna soru sormadığı için “Bir derdin mi var kızım, sormak istediğini neden sormuyorsun?” dememiş konuğuna. Günler böyle akıp gitmeye, konuklar da bu güzel kıza şaşkınlıkla bakıp durmaya devam etmiş…
Güzel ve tatlı kız giderek evin kızı gibi olmuş. Gelenlere hizmet etmeye, evi temizlemeye başlamış. Konuklar da kıza çok ısınmışlar. Hatta zamanla aralarında “Allah herhâlde Bilge Dede’ye bir melek yolladı gökyüzünden!” diye düşünmeye başlamışlar.
Bilge Dede’nin evi daha da şenlenmiş sanki yeni konukla. Bu Bilge Dede’yi de mutlu etmiş. Günler geçtikçe birbirlerini daha çok sever olmuşlar. Tatlı kız da soru sormadan Bilge Dede’den hayat dersleri alıyormuş sanki. Onun konuklarına verdiği örnekleri can kulağı ile dinliyor ve nasihatlerini not ediyormuş akıl ve yürek defterine her gün.
Bilge Dede, bu konuğuna kendince bir isim bulmuş ve ona “Bundan sonra senin adın Mucize Kız olsun” demiş. Çünkü herkes de böyle olduğuna inanıyormuş zaten. Tatlı konuk kızın adı Mucize Kız olmuş o günden sonra.
Bilge Dede, adını koyduktan sonra Mucize Kız’a her gün bir hayat dersi vermeye başlamış, tabii yine ona hiçbir şey sormadan. İlk günkü nasihati şu olmuş Bilge Dede’nin:
“Ömrünü yaşadığın an bileceksin kızım…
O anı da bir ömür gibi yaşayacaksın…”
Sonra, Mucize Kız’ın tatlı gözleriyle kapkara gözlerine bakıp bu dersi biraz daha ayrıntılandırmasını beklediğini hissedince devam etmiş Bilge Dede:
“Sevgini, mutluluklarını, yüreğinin sıcaklığını ertelemeyeceksin kızım. O yaşadığın an, senin ömründür. Bir an sonrası olmayabilir yaşamında. Eğer yaşamazsan o an hissettiklerini, sonra bunun için pişmanlık duyabilir ve ‘bilseydim ertelemezdim yaşamak istediğimi’ dersin…”
Mucize Kız’ın gözleri bulutlanmış, çok ötelere gitmiş bakışları. Sanki geçmişte birilerini, bir şeyleri arıyormuş. Yaşayamadıkları, ertelediği düşleri, belki bir gün diyerek yapmadıkları, yapamadıkları gözlerinin önünden geçmiş birer birer.
Bilge Dede, tüm olup bitenleri biliyormuş gibi devam etmiş sözlerine:
“BİR GÜN kelimesi, dağarcığında BUGÜN, BU AN, HEMEN kelimelerinin yerini almamalı kızım. Bir şey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu şimdi görmeli, bugün duymalı ve hemen yapmalısın Mucize Kız’ım.”
Bilge Dede, gökyüzü gibi gözlerinden yağmur damlaları gibi yaşlar dökülmeye başlayan Mucize Kız’ın başını dizlerine yatırmış. Saçlarını okşamış. Şefkatle silmiş gözyaşlarını ve ilk günkü yaşam dersini şu nasihat ile noktalamış:
“Hiçbir şeyini özel bir gün için saklama kızım; çünkü yaşadığın her gün özeldir ve Allah’ın sana vermiş olduğu en güzel armağandır. Sakladığın ve o anda özel bildiğin şeyi yaşayamazsan sonra özelliğini yitirebilir ve dönüp o günkü güzelliği ile yaşama fırsatı bulamayabilirsin Mucize Kız’ım!”
Mucize Kız, Bilge Dede’sine sarılmış ağlayarak. Dakikalarca öylece kalmışlar. Bilge Dede’nin beyninden, yüreğinden, ellerinden, gözlerinden âdeta yüksek gerilimli bir elektrik akıyor gibi olmuş Mucize Kız’ın ruhuna, yüreğine, beynine, ellerine, gözlerine. Bu akış bitince ayrılmışlar. Mucize Kız, Bilge Dede’nin yanaklarından öpmüş, gözlerinden ve ellerinden; ikisi de mutluluğun son noktasındaymışlar o an…
O günden sonra da devam etmiş Bilge Dede ile Mucize Kız’ın hayat dersleri sonsuza kadar. Ama Mucize Kız, artık “ömrünü yaşadığı an biliyormuş” ve hiçbir şeyini “bir gün” diyerek saklamıyor, yaşadığı her günü özel bir gün, kıymetli bir armağan olarak algılayıp mutluluğun tadını çıkarıyormuş.
Masalımız da burada sona ermiş.
Her masaldan sonra gökten düşen üç elma yine düşmüş başımıza.
Biri benim başıma, biri senin başına, üçüncüsü de “biz”im başımıza…
Şiir gibiydi elinize sağlık